Arşiv
"Bir Tutkudur Degirmenderem"
Reklam
Reklam

Meral Türkmen
19/02/2016

Meral Abla’yı ziyaret etmeyi düşünüyordum, ancak zamanını planlamamıştım. Nasıl olduysa annesinin vefatını duymamış, Şengül Yoldaş’a serzenişte bulunmasıyla haberim olmuştu. Aynı gün Mustafa Onur ile birlikte ziyaretine gittiğimizde Mehmet Ağabey’ de evdeydi. Çok geç kalmış başsağlığı dileklerimizi ve özrümüzü de kabul ederek bizi misafir etti. Mehmet Ağabey’inde zaman zaman yer aldığı bir söyleşi gerçekleştirdik ve birazda fotoğrafları karıştırdık. Buyurun söyleşiye...
Değirmendere İlkokulunda okudum, Mediha Hanım öğretmenimizdi. Eski yılları düşününce, tertemiz ve komşuluk ilişkileri çok güzel bir Değirmendere hatırlıyorum. Bu kadar dedikodu yoktu, bolluk vardı. Her evde iki koyun bir keçi vardı. Bu sayede ne tereyağı ne süt ne peynir evde eksilmezdi. Bahçeler ekilir biçilir, sebze bahçeden olur sadece et almaya çarşıya gidilirdi. Deterjan, sabun İstanbul’dan toptan gelirdi. Köyde herkesin kapısı açıktı, kimin evine gidersen git kimse geri çevirmezdi.
1968’ de Yukarı Değirmendere’den Yalı’ya indik. Faruk Ağabeylerin evinin yanında İstanbul’da ki akrabalarının güzel bir evi vardı, ilk olarak oraya taşınmıştık. İki yıl kadar orada oturduktan sonra satın almak istedik, nasip değilmiş olmadı. Daha sonra önden merdivenli bildiğiniz eski evi satın almıştık.
Değirmendere’nin tarihi çok güzeldir. Eski tarihlerde çarşının ortasında bir kahvehane varmış. Servet-i Funun Dergisi sahibi Ahmet İhsan Bey ve arkadaşları Değirmendere’ye gelmişler. O kahvede otururlarken Değirmendere’ye hayran kalmışlar. O esnada odun yığınları ve yığının yanında direkte asılı torba dikkatlerini çekmiş. Yukarıdan odun getiren, kantarda tartıyor getirdiği miktarı yine torbada bulunan kağıda yazıp karşılığında torbadan parasını alarak gidiyormuş. Ne odun fazla tartılıyormuş, ne de para fazla alınıyormuş. Ahmet İhsan Bey,
-İşte oturulacak memleket, demiş.
Şu an Tantaş Sitesi’nin bulunduğu yerde çam ağaçları içinde bir köşkü vardı. İlk satın aldığında çok daha büyük bir araziymiş. Daha sonraki nesillerde bölünerek sadece köşkün olduğu kısım kalmış.
Ahmet İhsan Bey’in ve eşinin bugünlerde pek bilinmeyen bir özelliğinden bahsedeyim. Yılancık Hastalığı için ocak yani şifacılarmış. Bir dönem hanımı hastalanmış, İstanbul’da Numune Hastanesi’nde bir süre yatmış. O yıl da yılancık hastalığına yakalanan çok fazlaymış. Hanımı hastanede şahit olmuş, akşam hastaneye gelen sabaha vefat ediyor. Kadın başlamış yılancık hastalığı için bildiği gibi tedaviye, her hasta iyileşiyormuş. Taburcu olacak hastaneden bırakmak istememişler, kal bu hastalar ne olacak diye… Numune Hastanesinin arşivinde kayıtları olduğu söylenir.
O kadar ki şu an bile yılancık olan gidip mezarından toprak alsın (ama yerine toprak bırakmak şartıyla) o hastalıktan kurtulur.
Babam anlatırdı;
Çarşıda adamın bir yılan oynatıyormuş. Ahmet İhsan Bey’in dikkatini çekmiş. Adama giderek ne yaptığını sormuş. Adam da biraz gıcık bir şekilde yılan oynatıyorum cevabı verince dönmüş köşkün olduğu yere gelmiş. Köşkün orada taşlar vardı, bir ıslık çalmış yılanlar çıkmış. Ceketini çıkartarak birini koluna dolamış üstüne ceketi tekrar giymiş. Adamın yanına tekrar gelmiş.
-Sen bu işin erbabı mısın?
-Evet, ben bunları eğitiyorum…
Ceketini çıkartmış,
-Şunu da bir eğitsene demiş adama…
Yılan adama öyle bir bakıyormuş ki, adam korkudan ölecek. Arada da Ahmet İhsan Bey’e dönüp bakıyormuş. Resmen emir bekliyor. Adam sepeti bir yana yılanları bir yana fırlatıp arkasına bakmadan kaçmış.
Geçmişten bugüne bakınca neler söylersiniz?
Bugün insanlar eski günlerdeki gibi çalışsa hiç sıkıntı olmaz. Şimdi geçmişin mirasını yiyoruz. O zamanlar hep çalışarak, çoluk çocuk gayretle bu mülkler yapıldı. Ama şimdi herkes rahat etme derdinde olduğu için sıkıntı çekiliyor. Gerçi çalışacağım desen bağ bahçe de kalmadı ya…
Eskiler ve o çalışma azmi, tutum şimdi olsa herkesin çuvalla parası olurdu. Fabrikaların kurulması ile herkes fabrikalarda çalışmaya başladı. Ama şunu bilin şu an sahibi olunan her şey bağlar ve çok çalışma sayesindedir.
Meral Abla, köyden bir köy düğün anlatır mısın?
Mehmet Ağabey’de söze girerek, köyde bir düğünde erkeklerin eğlencelerini anlatıyor.
Çalgılar çalar, sesi her yerden duyulur. Çengiler oynar. Düğün evi ya da bir yakınının bahçesine masalar kurulur. Kazanlarla yemekler hazırlanıyor, bahçede kaynar. Herkes beline silahını da takar gelir. Çengi ile karşılıklı oynamak herkesin harcı değil, çengi de herkesle oynamaz. Allah rahmet eylesin dayım Jilet Mehmet bir oynardı, çengiler kenara çekilir onu seyrederdi. Sofralar cuma günü bir kurulur, pazar akşamına kadar ikramlar devam ederdi. Sabah çalgılar eşliğinde arkadaşların evlerine dürüye çıkılır, akşam da hamama gidilir sabaha kadar vur patlasın çal oynasın. Hamamın göbek taşında da masa ve yiyecekler olurdu.
Şimdi de hanımların eğlenceleri Meral Abla’dan…
Kocaman pekmez tavaları ile imece usulü konu komşu hep birlikte hazırlanan dolmalar yenir. Helvalar yiyebildiğin kadar...Hamam da eğlenceler düzenlenir. Kına geceleri çok eğlenceli olur, herkes kurtlarını dökerdi. Sonra heyamolaya çıkılır, kızlar önde erkekler arkada olurdu. İlk zamanlar atla ilerleyen zamanlarda araba ile alınan geline yolbağ yapılırdı.
Ali Türkmen’i anlat biraz Meral Abla, deyince çok sevdiğini bildiğim babasını içini çekerek anlatıyor. Kapının yanında asılı duran fotör şapkayı göstererek,
Babam çok düzgün bir adamdı. Çalışmasını da giyinmesini de bilirdi, İngiliz şapka kullanırdı.
Günlük ve diğer günler için kullandığı şapkaları, ayakkabıları vardı. Temizliğine, kılık kıyafetine azami titizlik gösterirdi. En iyi yerlerden giyinir, bağa giderken de çalışma kıyafetleri ayrı olurdu.
Bağdan çalışmaktan gelir, banyosunu yapar giyinir kuşanır. Ben gideyim, kambur söğütün dibi beni bekliyordur, derdi. Evde de çay saati olur, o saatte mutlaka evde olurdu. Kaybedeli 21 yıl oldu, hala acısı bende azalmadı.
Babamın büyük dedesinin adı Cemal olduğundan babamın lakabı Cemal Ali’dir. Cemal Dede ve üç kardeşi Arnavutluk’tan gelmişler. 1800’lü yılların sonu… Biri Karamüsel’e, biri İnebeyli’ye, Cemal Dede burada kalmış. Bir kardeşi de eşkiyalar vurmuş.
Babam ile balkonda oturur, hesap yapardık. kaç tane Değirmendere’nin yerlisi geçecek diyerek, 1996 yıllarında 40 kişide 1 kişi falan geçerdi. deprem sonrası bu heralde 300 kişi de 1 kişi falan olmuştur.
Eskiyi daha çok seviyorum, teknoloji geldi her şey bitti. Mektup okumanın, yazmanın bir zevki vardı. Eski mektuplarımı hep saklarım. Ne komşuluk kaldı, ne doğru düzgün arkadaşlık kaldı. Eski esnafları bile arıyorum, o da elektronik oldu. Yerel ve tanıdık esnaflar olmazsa ben alışveriş yapamam diye düşünüyorum.
Değirmendere dürüst memlekettir. Bir hataları erkek çocuğunu çok şımartırlardı. Erkek çocukları da tepelere çıkardı, tutabilirsen tut. Ortamda tatlı bir çekişme dönüyor...
Eskilerde yer sofralarının güzelliğinden söz açılıyor, sabah kahvaltısı daveti alıyoruz Meral Abla’dan…
Soba yanıyor siniye de hazırlarız, gelin bir sabah kahvaltıya diyor.
Hatamızı telafi etmeye gidip, kahvemizi de içtik kahvaltı daveti de aldık. Güzel yürekli Meral Ablam Allah sağlıklı uzun ömürler versin, diyerek izin istiyoruz...













Tags: